AsafA. A. Fyzee, “Islamic Studies in India”, Mélanges Louis Massignon, Damascus 1957, II, 207. Rahmân Ali, Teẕkire-i ʿUlemâʾey Hind (trc. M. Eyyûb Kādirî), Karaçi 1961, s. 411-412. Ebû Yahyâ İmâm Han Nevşehrevî, Hindustân meyn Ehl-i Ḥadîs̱ ki ʿİlmî Ḫidmât (nşr. M. Hanîf Yezdânî), Sahival 1391/1971, s. 108-188. Gelen bu şifreli mektuba göre Bay Douglas sahibi olduğu Birlstone köşkünde öldürülmüştür. Bu bilgi mektupla uğraşan Sherlock’un yanına gelen resmi dedektifler mektubu görününce de teyit edilmiştir. Sherlock olaya müdahil olur ve macera başlar. Acaba Birstone köşkündeki cesedi kim neden bu hale getirmiştir. Politikada 45 Yıl: Eserin odağında İsmet İnönü vardır. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1968’e kadarki dönemin siyasî olay ve şahsiyetleri hakkında değerlendirmeleri yer almaktadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Monografileri. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun monografi türündeki eserleri aşağıda listelenmiştir. 12. Hale Asaf (1905 – 1938) – Otoportre. Hale Asaf, kısacık yaşamında bir taraftan hastalıklarla mücadele etmiş, bir taraftan resim tutkusuyla Avrupa – İstanbul arasında mekik dokumuş önemli bir kadın ressamdı. Asaf, aynı zamanda ilk Türk kadın ressamlardan Mihri Müşvik’in yeğeniydi. BilgiYurdu Dershanesi, Osmanlı İmparatorluğu içinde ilk özel kadın dershanesidir. Hedefi ise kadınları okur yazar hale getirmek, meslek sahibi yapmak ve ayrıca sağlıklı, eğitimli, topluma faydalı nesiller yetiştirecek anneler yaratmaktır. Birsen Talay Keşoğlu Fast Money. Osman Hamdi Bey, Fikret Mualla, Abidin Dino, İbrahim Çallı başta olmak üzere ünlü Türk ressamların en önemli tablolarını sizler için derledik. 1. Hoca Ali Rıza 1858 – 1930 – Göl Kenarı Hoca Ali Rıza, Türk resminde manzara resmi yapan ilk ressam değildir ama saray bahçelerinden çıkıp bir empresyonist gibi kırlarda ve sahillerde resim yapan ilk Türk ressamıdır. Ayrıntılara gösterdiği özen ve renk bilgisi onun üslubunu farklı kılan noktalardır. Resimde şiirsel bir üslup vardır. Bu resimde olduğu gibi tüm manzara resimlerinde maviler ve yeşiller ağırlıktadır. Resimlerinde figürü boyut belirleyici olarak kullanır. Hoca Ali Rıza, hiç Avrupa’ya gitmemiş olmasına ve empresyonizmi görmemesine karşın resmine batılı bir tarz katmıştır. 2. Şeker Ahmet Paşa 1841 – 1907 – Narlar ve Ayvalar Geometrik açıdan sepetteki ayva ve narların dizilişi, birbirleriyle oluşturduğu kompozisyon resmin en dikkat çekici özelliğidir. Ayrıca, resmin gerçekçi duruşu, renklerin birbiriyle uyumunda önemlidir. Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerindeki renk zenginliği, doğadaki gerçekliği verme kaygısı, onu doğa lirizmi diyebileceğimiz bir üsluba yaklaştırdı. Paris’te Louvre Müzesi’ne hayatta iken resmi kabul edilen ilk Türk ressamıdır. Resimlerinde değişik bir perspektif anlayışı vardır. Daha çok natürmort resimleri ile bilinir. 3. Osman Hamdi Bey 1842 – 1910 – Kaplumbağa Terbiyecisi 1906 Kaplumbağa Terbiyecisi’nin 1906 ve 1907 olmak üzere iki farklı versiyonu vardır. Bu yazıda gördüğünüz 1906 versiyonudur. İki versiyon arasındaki temel fark, 1906 versiyonunda 5, 1907 versiyonunda 6 kaplumbağa olmasıdır. Osman Hamdi Bey’in bu tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Kaplumbağaların esin kaynağının, Lale Devrindeki Sadabad eğlenceleri sırasında, hava karardıktan sonra sırtlarına mum dikilerek serbest bırakılan kaplumbağalar olduğu öne sürülmüştür. Bu yoruma göre, Sanay-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Duyun-u Umumiye gibi birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey, tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvetmektedir. Başka yorumlara göre, düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır. Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey’in kendisidir. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey’in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular. 4. İbrahim Çallı 1882 – 1960 – Üsküdar Ressam Roben Efendi’den de resim dersleri alan Çallı, Şeker Ahmet Paşa’nın önerisi üzerine 1906 yılında şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan dönemin Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi. Türk resminde, İbrahim Çallı ve arkadaşları, “1914 Kuşağı Türk Ressamları”, “Türk İzlenimcileri” ve “Çallı Kuşağı” olarak anılırlar. Çallı, resim alanında batı anlayışına yönelik bir sürece girilmesinde önemli itici güçlerden birisi olmuştur. Çalışmalarının tümünde gözlemlenen izlenimci anlayış, Avrupa’nın resim uygulamalarında görülen izlenimcilik akımının kurallarını sıkı sıkıya uygulamaktan çok, kendine özgü bir karakter sergilemiştir. Bu karakter Çallı’nın kompozisyonu oluşturan unsurların seçiminde ve resimsel dili oluşturmasındaki tavrı ile ortaya çıkmaktadır. Üsküdar tablosunun önemi, ressamın paletindeki tüm renkleri ustalıkla kullanmasıdır. Resme baktığınızda, kendinizi Çallı ile beraber Üsküdar’da o yıllarda dolaşır gibi hissedersiniz. 5. Bedri Rahmi Eyüboğlu 1911 – 1973 – Tophane Bedri Rahmi Eyüboğlu, görsel sanatların farklı dallarından pek çok eser bıraktı. Bu tablo, ressamın izlenimcilik etkisini net olarak ortaya koyar. Avrupa kültürünü takip eden İstanbul’da modernizmin simgesi olmayı amaç edinen kalabalığı, sanat yakınlığı, gece yaşamı, kahve kültürüyle 1900-1950 arasında semt kültürüne sahip olan Tophane, Bedri Rahmi ve arkadaşlarının uğrak yeri. Canlı ve parlak renkleri tercih eden ressam, sağ tarafa yerleşip, oval cephesi ve açık rengiyle eserin kırılma noktasını direkt vererek dikkat çekmek istemiştir. 6. Mahmut Cûda 1904 – 1987 – Sara 1929 Mahmut Cûda’nın az sayıda nü çalışmasından biri olan resme, pembe elbise giydirmesinin öyküsü ilginçtir. 1929 yılında yaptığı üç nü tablodan birine pembe volanlı elbise, 1931’de evlendiği eşi Nazıma Hanım’ın Akademi Balosu’nda giydiği çok sevdiği eşiyle ilk karşılaşmasında üzerinde gördüğü bu elbiseyi nü tablosunun üzerine giydirir. Peki nü tablosunu yaptığı Sara kim? O dönemde, Akademi’de çalışan modellerden biri. Aslında ressamın natürmortları çokça bilinse de, bu tablosu çok etkileyici. 7. Feyhaman Duran 1886 – 1970 – Celaleddin Arif Bey 1907 Türk resim sanatında portre sanatının ilk ve en önemli temsilcisidir. İzlenimci bir anlayışı yansıtan eserlerinde renk ve desen uyumu dikkat çekicidir. Aynı zamanda, en güzel Atatürk portrelerini yapan ressamdır. Portresini yaptığı Celaleddin Arif Bey, son Osmanlı Meclis Başkanı’dır. Celaleddin Arif Bey, Fransa’da hukuk doktorası yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp son Osmanlı Meclisi’ne başkanlık etmiş, Cumhuriyet ilan edildikten sonra meclis başkanlığı için Mustafa Kemal’le ters düşmüş. Belki bu yüzden Nutuk’ta Mustafa Kemal’in aleyhimize çalıştı diye bahsettiği bir isim. Avrupa’dan resim toplamaya meraklı Celaleddin Bey, Feyhaman Duran’la da dostluk kurar ve portresini yaptırır. 8. Fikret Mualla 1903 – 1967 – Caz Orkestrası Kendi hayatı her ne kadar acı, hüzün, hastalık, alkol gibi zorluklarla dolu olsa da bütün yapıtlarında yaşama sevinci hakimdir. Resimde, Fikret Mualla coşkulu bir müzikal ortamı yakalamayı başarmıştır. Desen ve gözlem ustası Mualla, Paris’te Henry Matisse’nin renk kullanımından etkilendi, dışavurumcu akımın etkisi altına girdi. Öznelliğe ağırlık verip gerçekliğe bağlı kalmamak. Renkli kağıtlar üzerine guaj ile yaptığı resimler onun imzasıdır adeta. Cazcıları resmettiği çok sayıda resmi vardır. Neticede bir ressamın bir dönemi, bir kenti, bir tarzı nasıl belleklerde iz bırakacak şekilde işleyebileceğini gösteren ilginç temalardandır. 9. Nazmi Ziya Güran 1881 – 1937 – Sokak Manzarası Empresyonizmi en üst seviyede temsil eden ressamın bu eseri başyapıtları arasında gösteriliyor. Resimde İstanbul insanının bu doğal ve kentsel ortam içinde akıp giden yaşamını ele almıştır. Sanatçı, tipik tarzı olan değişken ışık anlayışını bu resmine de aktarmış. 10. Nuri İyem 1915 – 2005 – Üç Güzeller Nuri İyem, mahur, güzel, çekingen, melankolik, utangaç kadınlarla bizi sarmalar. Bu kadın yüzleri, hem çocukken kaybettiği ablasının hayali imgesi hem de zamanı aşan ikonik bir sembol olarak Nuri İyem sanatının önemli bir örneğidir. Üç Güzeller teması, Yunan ve Roma mitolojisinde karşımıza çıkar. Bu üç tanrıça, neşe, görkem, övünç adlarıyla güzellik, doğa, cazibe, yaratıcılık ve doğurganlığı temsil eder. İyem’in de Anadolu kadınına övgü dolu gözlerle baktığı bellidir bu resmiyle. 11. Namık İsmail 1890 – 1935 – Sedirde Uzanan Kadın 1917 Namık İsmail daha ziyade nü tablolarıyla bilinir. Bu resim, Osmanlı’da elit tabakaya ait batıya özgü giysileri olan bir kadın figürünün resmedilmesi ve arka planda kitaplarla dolu kitaplık, batılılaşma dönemi sonrası üst tabakadan kitap okuyan kadını simgeler. Yerdeki hat levhası, vazo, sehpa, yastıklar, kadının yüzündeki hüzün, düşünceli görünümü, resimdeki objeler resmin duygu atmosferine göre seçilmiş. Kullanılan pastel tonlar, duygu atmosferini bütün resme yaymış. Resimdeki ışık kadının yüzüne odaklanmış, bu kadının duygulu, zarif kişiliğini öne çıkarmıştır. Kadının eli aynı ışık içinde kullanılarak narin duruşuna katkı sağlamıştır. 12. Hale Asaf 1905 – 1938 – Otoportre Hale Asaf, kısacık yaşamında bir taraftan hastalıklarla mücadele etmiş, bir taraftan resim tutkusuyla Avrupa – İstanbul arasında mekik dokumuş önemli bir kadın ressamdı. Asaf, aynı zamanda ilk Türk kadın ressamlardan Mihri Müşvik’in yeğeniydi. Bu portre, Paris’teki hocası Andre Lhote’nin ona kazandırdıklarıyla kübizm etkisinde yaptığı otoportredir. Tekniğinin güzelliği kadar, kendini bir Türk kadını olarak tasviri de çok önemlidir. Kadınsı yönlerini geride bırakmış, ayağı sağlam basan, kendinden emin genç Türk kadınlarını bu otoportre vesilesiyle yansıtmıştır. 13. Abidin Dino 1913 – 1993 – Uzun Yürüyüş 1956 Abidin Dino, sanatın her dalında gösterdiği çalışmalarla çağdaş kültürün gelişmesinde çok çaba harcamış bir sanatçıdır. Dino, aslında hayatı boyunca çizdiği, bir nevi kartvizit işlevi gören el ve parmak çizimleriyle bilinir. Picasso’nun deyimiyle en düzgün el ve parmak çizen iki kişiden biridir. Bu tablosu için, Nazım Hikmet şiir yazmıştır. Bu adamlar, Dino, ellerinde ışık parçaları, bu karanlıkta, Dino, bu adamlar nereye gider? Sen de, ben de, Dino, onların arasındayız, biz de, biz de, Dino, gördük açık maviyi. 14. İbrahim Balaban 1921 – – Harman 1958 Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten 94 yaşındaki usta ressam Balaban, bugün hâlâ Nâzım’dan “Şair Baba” diye bahsediyor ve “O bir güneşti, beni ışığıyla aydınlattı.” diyor. Nazım Hikmet, onun Harman tablosu için şu şiiri yazmıştır. Seçköyü’nden Feyzioğlu Ali’nin kızı, harman yerinde su döküyor dombaylara. Dombaylar kızgın tuğladan dombaylar kırmızı kara. Ben de dombaylar gibi, eydim kafamı toprağa. Su dök! serinleyeyim! 15. Nurullah Berk 1906 – 1982 – Ütücü Kadın Resimde konturlar değişmeyen bir unsur olarak yer almış. Bu resimde, biçimler öteki resimlerde olduğu gibi çok parçalı değildir. Parçalanmalar formu bozmayacak şekilde yer yer kontur kullanmadan renkler ve tonlarla yapılmıştır. Önceki resimlerinde merkezi olan konpozisyon burada değişmiş, figür bu sefer resmin ortasında değil sol tarafta yer almıştır. Geleneksel biçimlerin üzerine bu resimde daha önemle durulmuş. Konu olarak yine gündelik hayatlardaki insan motifleri işlenmiştir. 16. Avni Arbaş 1919 – 2003 – Atlı 1986 Dostu Nazım Hikmet’in de gördüğünde “Avni’nin Atları” adlı şiirini yazdığı “Atlar” serisi bir panelde tartışılırken, “Bazen kendimi at gibi hissediyorum” demiş Avni Arbaş. Panel yöneticisi can havliyle araya girmiş “Aman efendim, estağfurullah” diye karşılık vermiş. “Halbuki”, diyor “at olmak güzel bir şeydir”. Türk ressamlarla ilgili hazırladığımız diğer yazılara da göz atmanızı öneririz. 12 Türk Ressamın Fırçasından Resim Atölyeleri 15 Türk Ressamın Nü Resimleri 15 Önemli Türk Ressamın Ada Resimleri Türk Ressamların Kitap Temalı 10 Tablosu 12 Türk Ressamın Çarpıcı Otoportreleri 15 Ünlü Türk Ressamın Göz Alıcı Kadın Resimleri 16 Türk Ressamın Fırçasından Mutlu Aile Resimleri Ünlü Türk Ressamlardan Düğün Coşkusunu Yansıtan 15 Resim Bilmeniz Gereken 18 Fantastik ve Sürrealist Türk Ressam 14 Türk Ressamın Fırçasından Kedi Resimleri 15 Ünlü Türk Ressamın Kar Manzaralı Resimleri Türk Ressamların Fırçasından 15 Büyüleyici At Resmi Ünlü Türk Ressamların Birbirinden Güzel 15 Çocuk Resmi 15 Türk Ressamın Semt ve Sokaklarıyla Eski İstanbul Resimleri Portreleriyle Ölümsüzleşen 16 Türk Ressam 20 Ünlü Türk Ressamın Manzara Resimleri 20 Ünlü Türk Ressamın Natürmort Tabloları 21 Ünlü Türk Ressamın Kadın Figürlü Tabloları Tanımanız Gereken 10 Önemli Türk Ressam ve Tabloları – Bölüm 1 Tanımanız Gereken 10 Önemli Türk Ressam ve Tabloları – Bölüm 2 Türk Resim Sanatında İz Bırakmış 20 Sıradışı Ressam Bilmeniz Gereken 18 Türk Kadın Ressam Klasik Türk Resmi’nden 14 Seçme Başyapıt Kaynak Günde 1 Resim, Edebiyat ve Sanat Akademi, Resim Biterken, Türk edebiyatında unutulan, kıyıda köşede kalan ama bu durumu hak etmeyen bir şairdir. Bu kenara itikliğinin nedeni ise kuşkusuz şiirinde kullandığı karmaşık ve anlaşılmaz dildir. Nitekim kendi şiirini düz yazılarında açıklamış birisidir ama elbette ki biraz zahmetli bir şair olduğu için önemsenmemiştir. Şimdi biz bu değerli şairin hayatından ve biraz da şiir dünyasından bahsedeceğiz. Hayatı İstanbul 1907 doğumludur. Asıl İstanbulludur. Dâhiliye Nezareti görevlilerinden Mehmet Sait Halet Beyin oğludur. İlk ve orta öğrenimini Galatarasay’da yaptı. Sanayi-i Nefise Mektebine girdiyse de kısa bir süre sonra ayrılarak Adliye Meslek Mektebine geçti. Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi zabit kâtipliğinde bulundu, Osmanlı Bankasında, Deniz Yolları İdaresinde çalıştı. Öldüğünde Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü kütüphane görevlisiydi. 1958 yılında 51 yaşında ölmüştür, mezarı ise Beylerbeyi Küplüce’dedir. Asaf Halet Çelebi’nin soy ismi aslında Çelebi değildir, Mevlana’ya duyduğu sevgi ile soy ismini Çelebi olarak almıştır. Herhangi bir akrabalık ilişkisi yoktur Mevlana ile. Asaf Haleti nevi şahsına münhasır birisidir. Özelikle giyim tarzı ile çok dikkat çekmiş hatta mahallenin çocukları tarafından alay konusu olmuştur. Sürekli cebinde taze bir karanfil taşır ve bu karanfili canlı tutmak için de cebinde, karanfilin olduğu cebinde, ufak bir su kesesi tutar. Üstelik üstüne bir – iki beden dar gelen şeyleri giydiği için de oldukça fazla şakaya maruz kalmıştır. Şairimizin bir diğer bilinmeyen yönü ise Türk müziğini çok iyi biliyor olmasıdır. Hatta Türk sanat müziğindeki bazı hataları ortaya çıkarmış ve bunun hakkında birçok makale yazmıştır. Bu makaleleri Hakan Sazyek tarafından derlenmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi hayatının bir kısmında hatta büyük bir kısmında kütüphane memuru olarak çalışmıştır. Yani okuyacak çok zamanı olmuş ve aslında şiirlerinin temelini de bu okudukları oluşturmuştur. Birçok şiirinde de dünyayı etkileyen felsefe sistemleri Budizm gibi konu edilmiştir. Hatta bu felsefe sistemlerinin özel adlandırılmalarını da – Sidharta, Mara gibi- şiirinde işlemiş ve belki de bu yüzden anlaşılamaz hale gelmiştir. Her ne kadar düz yazılarında şiirini ne üzerine inşa ettiğini açıklasa da yine de pek duyulmamıştır sesi. Şiir Macerası Gençlik yıllarında yazdığı gazel ve rubaîleri yayınlamayan Asaf Halet Çelebi, Ses dergisinde 1938 yılında çıkan serbest vezinli şiirleri ile tanındı. Daha sonra Hamle, Sokak, Servet-i Fünun – Uyanış dergilerinde ve Gün gazetelerinde yayımlanan şiirleriyle dikkat çekti. Bu şiirlerde bir yandan Doğu kültürünün egzotik, mistik ve sıcak yapısı varken bir yandan da Batı’nın serbest şiir anlayışı vardı. Şiirleri soyuttu ve döneminde soyut şiirinin tek temsilcisi oldu. Şiirleri “ ...Yapı bakımından, çoğu masallardan, dinlerden veya şairin rüya ve hayallerinden gelme sembollerine dayanır.” Mehmet Kaplan’ın bakış açısına göre ki bu bakış açısı tamamen doğrudur. Ayrıca yine Mehmet Kaplan’a göre şiirinde ahenkten çok psikolojik muhteva ile hayal ve masal unsurları vardır. Onun şiirlerinde bir bağ vardır, bir tümevarım. Gerçekten de Asaf Halet bütüncül bir yaklaşım sunar şiire karşı. Şiirde bir gazete kupüründen alınma haber de olabilir şair için ama şair bunu öyle bir işlemelidir ki şiirin bütününde bu fark edilmemelidir. Bu bakımdan Kaplan ona uyumsuzluğun şairi demiş olabilir. O, tek tek mısralarla hatta dörtlüklerle uğraşmaz; bütün ile uğraşır ve şair bu yönü ile Yahya Kemal ve takipçilerinden ayrılır. Asaf Halet’i Yahya Kemal ve takipçilerinden ayırma gereği duyduk çünkü Asaf Halet bir Saf Şiir taraftarıdır. Saf Şiir’in o zamanki çekirdek kadrosunun başı Yahya Kemal’dir. Ayrıca Asaf Halet’in ilk makalesi de Saf Şiir anlayışı üzerine ve aslında bir Sembolist tanıtım yapılmıştır. Hatta şiirin uğraşarak yapılabileceğini söylüyor, çalışma ile inşa edilebileceğini söylüyor. Yani; Yahya Kemal’in mükemmeliyetçi anlayışı ile tamamen uyuşuyor ki bizde onu Yahya Kemal’den ayırmanın gerekliliğini duyduk. Ayrıca Asaf Çelebi, şiir ile hikâyecik ilişkisini de bir kenara atar ve böylece Garip akımından da ayrılır. Şairimiz vezin ve kafiyeyi de gereksiz buluyor. Vuzuh yani ölçüyü kabul edecek olsa bile vuzuhun tanımının yapılamayacağını söylüyor düz yazılarında. Asaf Halet her ne kadar Saf Şiir anlayışını savunsa da benzetme sanatlarını çok kullanmaz. Bu sanatları laf cambazlığı olarak niteler ve iyi bir şairin bu tür şeylere gerek duymadığını vurgular. Asaf Halet’in şiir formu da tamamen şekilsiz değildir. Aslında şiirlerinin formsuz oluşunu kendisi kabul etmez. O zaten formsuzluğun değil yeni bir formun peşindedir. Bugünkü çağdaş sanatların çerçevesine şiirler ortaya koyar aslında ama bu dehası kendi zamanında maalesef göz ardı edilmiştir. Asaf Halet Çelebi, Doğu uygarlıkları ve Fars edebiyatı üzerine yazılar yazmış, Divan edebiyatıyla ilgili incelemeler yapmıştır. Şairliğinin oluşumunda felsefe ve müzik bilgisinin yanında Osmanlı kültürünün, Fars kültürü birikiminin ve Fransız şiir terbiyesinin önemli bir yeri vardır. Nitekim Asaf Halet’in kendisi de anlaşılan şiirler yazmadığını anlaşılan şiirlerin vasat şairlerin işi olduğunu vurgular. Bu bakımdan eğer bir Asaf Halet Çelebi şiiri okuyacaksınız ve bu şiiri anlamak istiyorsanız şiiri bir ön hazırlığınızın bulunması şart. Ancak o zaman bir dahi şairin ne anlatmak istediğini anlayabilir ve onun şiirlerinden tat alabilirsiniz. Önemli Türk ressamları ve en ünlü eserleri başlıklı yazımızda; Fikret Muallâ, Abidin Dino, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Hasan Kavruk hakkında kısa bilgiler derledik. Kuşkusuz Türk Resim sanatında birbirinden önemli yüzlerce ressam vardır. Bundan dolayıdır ki bu ressamlarımız arasından ayrım yapmak çok zordur. Bununla birlikte yaşadıkları dönemlere damgalarını vurmuş ve ismi birbirinden değerli olan ressamlarımızın hepsine bir yazıda yer vermek neredeyse imkansızdır. Bu nedenle resim sanatına emek veren tüm ressamlarımızı saygıyla anarak; Dünyaca ünlü Türk ressamlarından, Fikret Muallâ, İbrahim Çallı, Abidin Dino, Hikmet Onat ve Hasan Kavruk’u kısaca tanıtacağız. Fikret Muallâ Fikret Muallâ Saygı 1903 – 1967 20. yüzyılın dünyaca ünlü Türk ressamı. Çalkantılı ve bohem yaşam tarzı nedeniyle sadece sanatı değil, yaşamı da resim tarihine adeta bir mitoloji olarak geçmiştir. Fikret Muallâ Kimdir? Kısaca Hayatı ve Sanat Dünyası Sanat Hayatı Fikret Mualla mutlu olabilmek ve her şeyi unutmak için resim yapmıştı. Bu nedenle sanat dünyasındaki çeşitli akımlardan etkilenmedi, resimlerini yaparken sezgilerini kullandı, kendi tarzını yarattı. Eserlerine kendi hislerini aktardı. Coşku dolu resimler yaptı. Huysuz, uzlaşmasız kişiliğini ve mutsuz yaşamını resimlerine yansıtmadı, yaşama sevinci dolu resimler yaptı. Şehirleri resmetmeyi seven Mualla, resimlerine İstanbul ve Paris’in insanlarını, sokaklarını, kafelerini, sirkleri, genelevleri, balıkçıları resimlerine taşımıştır. Renklerle oynamayı seven sanatçının, Henri Matisse’in renk kullanımından çok etkilendiği bilinir. Resimlerini genellikle renkli fon kağıtları üzerine guaj boya ile yaptı. Sulu boya ve pastel malzemelerini resimlerinde sıkça kullandı. Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alan Fikret Mualla’nın eserlerini Picasso’nun övdüğü, hatta bir resmini satın aldığı, kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği ve Fikret Muala’nında Picasso’nun verdiği tabloyu bir rakı parasına sattığı bilinir. Fikret Mualla’nın başlıca eserleri arasında Oturan Adamlar, Kafe, Marsilya’da Fransız İşçileri Bir Kahvede, Haliç ve Süleymaniye, Paris’te Bir Sokak, Baloncu ve Balıkçı sayılabilir. Ölümünden sonra Paris’te açık artırmaya çıkarılan resimleri de Türk devleti tarafından satın alınmış ve Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturulmuştur. 1976’da dostlarından, yakınlarından ve çeşitli koleksiyonlardan derlenen yüz on sekiz resmi ile Ankara’da adına bir sergi düzenlendi. Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Günümüzde Paris’te Fikret Mualla Dostları Dernegi adında bir dernek vardır, Bu dernek, Fikret Mualla’nın tablolarının orjinalligini arastirmak ve ressami tanitmak sorumluluğunu yüklenmiştir. Abidin Dino Abidin Dino, d. 23 Mart 1913, İstanbul – ö. 7 Aralık 1993,Paris Türk ressam, karikatürist, yazar, film yönetmeni. Çok yönlü bir kültür adamı olan Abidin Dino, çağdaş Türk resminin öncülerindendir. Türk resim tarihinde D Grubu ve Yeniler Grubu adlarıyla anılan sanat topluluklarının öncülerinden olmuştur. Türkiye’nin yanısıra Fransa, Cezayir, ABD gibi ülkelerden sergiler açmış; yurtdışında Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onur Başkanlığı, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı gibi görevler üstlenmiştir. Sol görüşlü bir aydın olan Dino, siyasi düşünceleri nedeniyle bir süre Türkiye’de sürgünde yaşamış 1952’den itibaren Paris’te hayatını sürdürmüştür. Kitapları Kısa Hayat Öyküm, Sensiz Her şey Renksiz, Sinan – Bir Düşsel Yaşamöyküsü, Yeditepe Öyküleri İbrahim Çallı İbrahim Çallı Temmuz 1882, Çal, Denizli – ö. 22 Mayıs 1960 İstanbul Türk ressam. Yrd. Doç. Dr. Özand Gönülal, İbrahim Çallı’nın resimlerini, genel olarak “manzara, natürmort, nü, ve portreler olmak üzere gruplandırmak mümkündür” diyor; ve devamla “Manzara” resimlerine baktığımızda panoramik doğa görüntülerinin yansıra şehir kesitlerini ve “balıkçılar” resminde olduğu gibi, doğa içinde günlük yaşam öykülerini bulmak mümkündür.” “Adalardan” adlı resminde olduğu gibi panoramik anlayışa sahip olmasına karşın kompozisyonu oluşturan biçimlerin daha belirgin vurgulanmasını sağlamıştır. Şehir kesitlerini yansıttığı resimlerinde, belgesel niteliğinde bir yaklaşım sergilenmiştir. “Bursa Türbeleri” adlı resim bu yaklaşımın önemli bir örneğini oluşturmaktadır.” “Balıkçılar” adlı çalışmasında, resim yüzeyine tamamen hakim olan kayık ve içinde bulunduğu denizin ilişkisi, bir görüntü oluşturmaktan çıkmış, yaşamdan alınmış bir zaman diliminin dinamik karakterini belirgin bir şekilde yansıtmaktadır. Buna karşın kayıktaki figürlerin sahip olduğu biçim statik bir yapıyı yansıtmasına karşın, lekesel değerler sayesinde hareketin varlığını sergilemektedir. Fırça vuruş biçimi ve farklı renk lekeleriyle kayığın içinde bulunduğu denize çırpıntılı bir karakter katarak izleyicinin derinliklerinde bir heyecan oluşmasını sağlamıştır. Resim yüzeyinde kullandığı renk skalası içerisinde yer alan çarpıcı renkleri, kayığın üzerinde topluyor olması, dikkati insan varlığının gün içerisinde yaşadığı zorlu bir yaşam kesitine çekmeye çalıştığı izlenimi yaratmaktadır.” İbrahim Çallı, Manolyalar”Natürmort”, İbrahim Çallı’nın yaratı süreci içerisinde farklı bir yere sahiptir. Bu resimlerinde kullandığı ışık ve bununla belirginleşen lekesel değerler ile renk skalası yaşam derinliğine kökleri uzanan bir tutkunun varlığına işaret etmektedir. Bu eserlerinde ölü bir doğa resmetmesine karşılık, kompozisyon düzeni ve fırça vuruşlarıyla yaşama ilişkin bir dinamiği yakalamak mümkündür.” Hikmet Onat Hikmet Onat, d. 1882 İstanbul – ö. 1977 İstanbul, Türk ressam. Empresyonist akımın Türkiye’deki devamcılarından olan Hikmet Onat, Türk resim tarihinin büyük ustalarındandır. Bir asra yaklaşan yaşamında ancak bir kere sergi açabildi. Yapıtları Devlet Resim ve Heykel Sergileri’nde yer aldı. 1973 ve 1974 yıllarında üst üste çalışmaları ödüle değer görüldü. İlk ve son sergisini ölümünden birkaç ay önce açan sanatçı, 14 Mart 1977’de İstanbulda öldü. Resimdeki Tablo Hikmet Onat, Büyükdere Peyzaj, 1970 TÜYB 55×75 Öneml Eserleri Salacak’ta Kayıklar Ve Kızkulasi, Peyzaj, Büyükdere ,Büyükada,Dilburnu, Manolyalar ,Çengelköy,Onat ,Balıkçı Tekneleri, Topkapı Sarayı, İstanbul Peyzajı ve Meyve Tabağı Hasan Kavruk Hasan Kavruk Akseki, 25 Şubat 1919 – 29 Ocak 2007, İstanbul, Türk ressamı ve eğitimcisi. Çağdaş Türk resim sanatında lirik soyutlamacı anlayışın öncülerinden olan ressam, Modern Figüratif akımın en ısrarlı icracı ve takipçilerindendir. 1955 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce, yeni Meclis Binasına konmak üzere Bursa’ya ait tablolar yapmak üzere görevlendirilmiş ve Meclis Jürisince yapıtları kabul edilmiştir. 1963 yılında İzmir’de açılan Birinci Sanat Festivali’nde Resim dalında birincilik ödülü kazanmış ve bundan üç yıl sonra 1966 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Sanat Ödülü’nü kazanarak “Yılın Ressamı” seçilmiştir. Bu arada Tahran’daki RCD Sekreterlik Binası’nın tefrişi için yapıtı gönderilen beş Türk sanatçısından birisidir. 1968 yılının Eylül ayında da Türkiye Ressamlar Cemiyeti’nin düzenlediği Altın Baykuş Madalyası birincilik ödülünü kazanmıştır. 1947 yılından bu yana resimlerini Klasik Batı Müziği eşliğinde çalışan Hasan Kavruk, ilham kaynağı olarak Anadolu’nun bu somut manzaralarından Klasik Batı Müziği’nin soyut ve sembolik dünyasına da geçerek birçok yapıtlar ortaya koymuştur. Bu konuda yaptığı en önemli kompozisyonları, İzmir ve Ankara’daki Devlet Konservatuarlarındadır. Buralarda sunulan yapıtların ana ilham kaynağı da yine Klasik Batı Müziği’nin en ünlü kişiliklerinden bazılarının sesleridir. Önemli Türk Ressamları ve En Ünlü Eserleri Hale Asaf'ın teyzesi ilk Türk kadın ressamı Mihri Hanım, sonraları Bursalı Selami Paşa'nın oğlu hariciye memurlarımızdan olan Müşfik Bey'le evlendiği için Mihri Müşfik adıyla da tanınmıştır. Ünlü ressam, İtalya'da olduğu gibi, Almanya'da ve Fransa'da büyük başarılar sağlamış, mütareke devrinde İstanbul'daki Güzel Sanatlar Akademisi'nin kız öğrencilerine resim dersleri vermiş, hayatının son yıllarını Amerika'da sefalet içinde Hanım, 1885 yılında doğdu. Bembeyaz tenli, siyah saçlı, mavi gözleri ile etine dolgun, çekici ve değişik bir güzeldi. İlk kültürünü evlerine gelen özel öğretmenlerden aldı. Batılı kadınların hayatına özenen ve bunda bir Batılı kadın gibi başarılı olduğunu sanan kadınlar arasında, yerini buldu. Genç kızlık çağına geldiği zaman, Avrupa'dan İstanbul'a gelen operetçileri, müzisyenleri izler, o devirde Türk kızları için yadırganan biçimde dekolte giyinir ve alafranga hayata içten tutkusunu, her hareketi ile çapkın bir babanın güzel ve biraz da âşık ruhlu kızıydı. O da babası gibi, hayatını neşe ve zevk içinde geçirmeye meyilli ara, Müşfik Bey'le devam ettirdiği bohem hayatını, evlenmek suretiyle sürdürdü. Roma'da tabloları ile yaşantısı sırasında, belki de Danonçiyo'nun delaleti ile, Vatikan Müzesi'ne bir tablosu bile konuldu. Hatta, Papa'nın bir portresini yaptı. Papa , ilk defa bir kadın ressama poz veriyordu. Bütün bunlar, meşhur Danonçiyo'nun özel dostluğunun eseri Hanım, aynı zamanda, bir salon kadınıydı. İttihat ve Terakki Partisi büyüklerinden çoğu ile dostluğu vardı. Hıristiyan kadınları gibi, erkeklerle içki masasına oturması garip karşılanmış ve İttihatçıların memleketten kaçmasından sonra, kendisi de Roma'ya, daha sonra paris'e giderek resim yapmakla yaşantısını sürdürmüştür. Onun Paris'teki atelyesi, 52 Bd. Montparnasse'de idi. Ancak Paris'teki hayatı, çok israflı gçmiş ve tablolarının geliri borçlarını kapatamadığından, sıkıntı çekmiştir. Hayatının son yıllarını Amerika'da geçirmiş, zengin kişilere, özel resim dersleri vererek ömrünü tamamlamış, çalışma gücünü kaybettikten sonra, sefalet içerisinde, sanat ve gerçek dünyamızdan Asaf'ın hocaları ve eserleriHale Asaf, evinde, küçük yaşta resme başladı. İlk öğretmeni, kendisine İngilizce dersi veren bir matmazeldir. Hale daha sonra Dame ve Sion'da okudu. Fransızcayı bu okulda, evlerindeki Rum hizmetçilerden de, güzel konuşacak kadar Rumca öğrendi. Daha sonra teyzesi Mihri Hanım'ın yanına, annesi ve babası ile gittiğinde Roma'da uzun müddet resim çalışmaları yaptı ve bir İtalyan gibi İtalyan diline vakıf oldu. Hale, müterakenin ilk yıllarında, babası ile annesinin mali durumu müsait olduğu sırada, Almanya'ya resim tahsiline gönderildi. Orada da, Almancayı yabancı dilleri erken kapabilen bir kabiliyeti vardı. Resimde de öyle oldu. Teknik resim dersini teyzesi Mihri Hanım'dan aldı. Daha sonra, ünlü ressamımız Namık İsmail'in özel öğrencisi oldu. Mütareke devrinde ise 16 yaşındayken Berlin'e gönderildi. Orada, imtihanla Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi ve tarihi tablolar ressamı Prof. Kamf Arthur'un talebesi oldu. Akademi Müdürü Prof. Kamf Arthur, Hale'de büyük istidat gördü ve onun eserlerini Berlin'deki ünlü sanat dergilerine verdi. Metin Karanisoğlu Hale Salih Asaf 1905’te İstanbul’da doğdu. Meşrutiyet Döneminin ilk kadın ressamlarından Mihri Müşfik’in yeğenidir. Resim öğrenimine Almanya’da başladı. Burada geçim sıkıntısı çekince İstanbul’a dönüp Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nde çalışmaya başladı. 1925’de Maarif Vekaleti bursuyla Almanya’ya gönderildi. Bir yıl sonra Paris’e gidip arkadaşlarının bulunduğu bir çevreye girdi. 1928’de yurda döndü. Aynı yıl kurulan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kurucu üyeleri arasında yer alan tek kadındır. Yurda döndükten sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu’na atandı. Çok iyi Fransızca, Almanca, İngilizce ve İtalyanca bildiği için yabancı dil derslerine de girdi. Yaşamının büyük bölümünü Almanya, Fransa, İtalya’da geçiren sanatçının Bursa’nın tutucu havasına uyum sağlaması güç olur. İnce, narin yapısı, batılı tavrı, giysileri, görümünü ve konuşmasıyla o yılların Bursasında yadırganır. Çorapçılar Çarşısında resim yapmaya çalışırken etrafı sarılmış, kalabalık daralmaya başlayınca bayılmıştır. Resim sanatının varlığından habersiz bir toplumda, bir kadının sokakta resim yapmaya kalkması bir türlü idrak edilemez. Asaf çevresinden soyutlanır ve yalnız kalır. Bu nedenle Bursa dönemi sanatçının çalışma tutkusu ve yalnızlık arasında gidip geldiği bir dönem olur. Tüm sıkıntılarına karşın en güzel Bursa görünümleri Hale Asaf’ın fırçasından çıkacaktır. Eserlerinde kent görünümleri, mimari değerler ve çevre özellikleri ile zenginleşen lirik bir anlatıma ulaşır. Yaşam coşkusu aşılayan ak boyalı evlerin dış dünyaya kapalı pencereleri, dar sokaklar arasında ürkek adımlarla seğirten kara çarşaflı kadınlar ve tüm arka planı çevreleyen dağ sıraları… Hale Asaf Bursa’da geçirdiği zor günlerini İstanbul’daki yakın çevresine anlatır. Bu sırada Mahmut Cuda akademiden ayrılmaya karar vermiştir. Hale Hanım onunla yer değiştirip İstanbul’a döner. Ancak bunalımını, mutsuzluğunu üzerinden atamaz, bir yıl sonra Paris’e gider. Burada vefat ettiğinde sene 1938’dir. Şehrengiz, Sayı 7, S. 84-85'den kısaltarak alınmıştır

hale asaf eserleri hakkında bilgi